23 Nisan 2015 Perşembe

OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE İNFAK VE YARDIMLAŞMA KÜLTÜRÜMÜZ

OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE İNFAK VE YARDIMLAŞMA KÜLTÜRÜMÜZ

Bütün insanlar Allah nezdinde eşit yaratılmıştır. Buna mukabil sosyal toplum içerisinde eğitimli-eğitimsiz, bilgili-cahil, hasta-sağlıklı ve zengin-fakir gibi farklı nitelikteki tabakalar oluşmuştur. Bu farklılaşma toplum içerisindeki dengeyi sağlayan önemli bir unsurdur. Toplumun birbirini tamamlayıcı bir bütün olmasını sağlar. 
Toplumlar içerisinde iktisadi hayatın bir getirisi olan zengin-fakir ayrımı bireylerin sahip oldukları maddi güce göre varlık seviyelerini belirlerken İslam İnancı’ nda da ilahi bir sınavın kapılarını aralıyor bize. Zenginlik ve fakirlik durumlarını her ikisi de nice hikmetlerle dolu olarak insana verilmiş birer nimettir. Yüce Yaradan Ez-Zuhruf Suresi’nin 32. Ayet-i Kerimesinde toplumdaki iktisadi farklılıklar ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:



‘‘Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (çeşitli alanlarda) kimini kimine, derece derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.’’

Ayetten anlaşılacağı üzere herkesin rızkı farklı farklı taksim edilmiş. Böylece insan sosyal yardımlaşmaya teşvik edilmiştir. Bu teşvik zengin için de fakir içinde ilahi bir sınav mahiyetindedir. Zengin malını helal yollardan kazanıp, zekât ve sadaka vererek; infak, hayır ve hasenat ederek sahip olduğu servetin yoldan çıkarıcı gücüne itaat etmekten kurtulur. Fakir ise içinde bulunduğu yoksulluğu bir zillet gibi görerek isyan ve şikâyet etme, şükürden uzaklaşma ve yozlaşma gibi tehlikelerden kurtulmuş olur. İşte bu ilahi denge bütünün ayrılmaz birer parçası olan zengin ve fakirliğin varlığı ile vücuda gelir. 

Tarih boyunca bütün toplumlarda zengin ve fakirin manada zıt lakin mahiyette birbirine uyumlu iki tamamlayıcı unsur olduğu göz ardı edilerek bu iki iktisadi seviyenin birbiri içinde çatışma halinde olduğunu görürüz. Bu toplumlarda zengin tabaka fakirleri basit kişiler olarak addederek büyük bir kibir ile hor görüp aşağılamış; fakirler ise bu zengin tabakaya karşı kin, nefret ve haset duyguları beslemişlerdir.  Ancak bu vahim tablo İslam toplumlarında Hak dininin buyurduğu şekliyle toplum içerisinde yardımlaşmalar ile istisnai bir hal almıştır. İslam’ da zenginler fakirlerin horlanacak kimseler değil, onların hürmet gösterilecek birer bereket kaynağı olduklarını bilirler. Bu önemli husus bizatihi Hazret-i Peygamber (SAV) Efendimizden bizlere şu hadisle anlatılmak istenmiştir:  




“Allâh bu ümmete, zayıfların duâsı, namazları ve ihlâsları sebebiyle yardım eder.” (Nesâî, Cihâd, 43)

Osmanlı sosyal hayat içerisinde yardımlaşma Hadis-i şerifte buyurulan: ‘‘ İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır’’  düsturundan hareketle en güzel infak müesseselerinden olan vakıflar yoluyla hayat bulmuştur. Bu vakıflar Osmanlı toplumunu ayakta tutan ve yüz yıllar boyunca diğerkâm bir felsefeyle çözünmeden varlığını sürdürmesine vesile olan en mühim manevi dinamiklerdir. Osmanlı insanı bu hayır müesseselerinin kaynağını İslam’dan alarak Türkler’ i dünyanın en hayırlı ve insan sever milleti olmasını sağlamıştır*1.

İslam, toplumda en alt sınıftan en üst sınıfa kadar nizamı sağlayacak genel ve özel görevleri mesul kişilere sorumluluk olarak bildiren kusursuz bir sistemdir. Bu sorumluluklardan birisi de ‘‘İnfak’’ tır. Genel anlamda kişinin malı ve hatta canının Yüce Yaradan yolunda sunulması ve harcanması anlamına gelen İnfak Kur’ân-ı Kerîm’de yüzlerce yerde geçmektedir. 



Bakara Suresinin 3. Ayet-i Kerimesinde
‘‘O müttakiler ki görünmeyen âleme inanırlar. Namazlarını tam dikkatle ifa ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler.’’



Bakara Suresinin 215. Ayet-i Kerimesinde
‘‘Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir. Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.’’



Bakara Suresinin 219. Ayet-i Kerimesinde
‘‘…..Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın. Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz.’’


Bakara Suresinin 262. Ayet-i Kerimesinde
‘‘Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu, işte onların Rab'leri katında mükâfatları vardır. Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.’’


Âl-i İmran Suresinin 92. Ayet-i Kerimesinde
‘‘Sevdiğiniz mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça "fazilet" mertebesine ulaşamazsınız. Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.’’

Daha birçok surede infak ibadetine değinilerek bizlere ayrıntılı bilgi verilmiştir. Kuran-ı Kerim hem bu dünya yaşantımız hem de Ahiret yaşantımız için sayısız hikmetlerle dolu olan infak ibadetinin nasıl yapılması gerektiğini bize öğretiyor.

İnfakın kimlere yapılacağı Bakara Suresi’nin 2. Ayetinde belirtilmiş ve ana-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara yapılması gerektiği bildirilmiştir.  Tam bu noktada Kuran-ı Kerim bir hususa dikkat çekerek infak ibadetini kendi menfaatleri doğrultusunda sömürmek niyetinde olabilecek dolandırıcı nitelikli insanlara karşı bizleri uyarıyor. Bakara Suresi 273. Ayet’ te belirtildiği üzere yardım yapılacak kişilerin, kendilerini Allah yoluna adamış, iffetlerinden dolayı dilenmeyen ve arsızlık etmeyen ve hatta bu vasıfları nedeniyle fakir olduklarını bile fark edemeyeceğimiz erdemli kimseler olduğu bildirilmiştir.

İslam, ihtiyaçlarımızdan arta kalan kadar infak edebileceğimizi söyleyerek ne kadar sorusunun cevabını verir. Surelerden anlaşıldığı üzere gereksinimlerimizden arta kalanın iyi nitelikte olanlarından ve sevdiğimiz varlıklarımızın arasından seçtiklerimizden sadece Allah rızası için, yardımda bulunduğumuz gerçek ihtiyaç sahibi ve dolandırıcı olmayan kişiyi rencide etmeyecek bir edeple infak etmemiz bizlere öğütleniyor.

İnfak ibadeti Allah’a borç vermek mahiyetinde olan bir maddi ibadettir. Allah’a borç vermek kavramı ilk duyulduğunda kulağa tuhaf belki de kabul edilemez gibi geliyor. Ancak Bakara Suresi 245. Ayet’ te 



‘‘ Kim Allah’a güzel bir borç verir ise, Allah da ona (verdiği şeyi) kat kat fazlasını ona geri öder’’ 

şeklinde buyrulmuştur. Bu ayetten ve bu borç vermek kavramından anlaşılması gereken Allah nezdinde infak etmenin büyük bir öneme sahip olduğudur. Haşa Allah bizim vereceğimiz borca ihtiyaç duymaz elbette, lakin bu ayetiyle bizi ihtiyaç sahiplerine infak etmeye teşvik ediyor. Ve kendi zatına borç mahiyetinde verilen olarak gördüğü bu yardımın karşılığında da dünyada da ahirette de karşılığını bizlere kat ve kat daha fazla olarak vereceğini söylüyor. Bakara Suresi 261. Ayet’ te bu vaadi şöyle bildirmiştir bizlere: 


‘‘Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane olmak üzere, yedi başak bitiren bir tek tanenin durumu gibidir.(Bilesiniz ki) Allah dilediğine kat kat verir.’’ 

Sadece Allah! İbadet amacıyla bildirilen koşullara uyularak yapılan infak derin bir edep ve geniş bir hassasiyet ile yapılmalıdır. Aksi halde Bakara Suresi 264.Ayet’ te bildirildiği üzere :

‘‘Ey iman edenler insanlara gösteriş olsun diye infak edip sonra minnet ve basa kakmayla sadakalarınızı geçersiz kılmayın.’’ 

yapılan infak geçersiz hükmüne düşebilir. Gösteriş için yapılan infak, başa kakılarak yapılan infak ve ihtiyacımızdan arta kalan varlığımızdan bile olsa kendimiz için beğenmediğimiz değersiz mallardan yapılan infak geçersiz hükmündedir. 

Osmanlı Devleti’nde özellikle padişah, hanedan üyeleri, yüksek makamlı memurları, halkın içinden ileri gelen seçkin kimseler bir kısmı hayır eseri bir kısmı da hayır eserine gelir sağlayan mülk olarak yapılan vakıflar kurarak infak ibadetini büyük bir titizlikle yapmışlardır. Günümüzdeki devlet yapılarında sosyal güvenlik kurumlarının üstlendiği görevi Osmanlı toplumunda devlettin idaresi olmaksızın bu vakıflar üstlenmişlerdi. Devlet ise bu vakıfların korunası için önlemler almış ve birçok gelir kaynağını bu vakıflara yönlendirerek toplumdaki nizamın temin edilmesini sağlamıştır.

Osmanlı toplumu İslami geleneğin çatısı altında Kuran-ı Kerim’ in ışında bu sosyal yardımlaşma yapısı sayesinde büyük savaşlar ve kıtlık dönemleri dışında bolluk içerisinde yaşamış bir millettir. Vakıflar, hastaneler, imaretler, kervansaraylar, türbeler, infak-zekat-sadaka gibi dini ibadetlerin yapılmasıyla naif bir yardımlaşma kültürünün olduğu yüksek refah düzeyinde yaşayan bir toplumun mirasçısı olan bizler de bu örnek alınacak kültürün kanatları altında atalarımızın izinden gitmeliyiz. Bu yardımlaşma bilincini yüreğinde hisseden günümüzün değerli şairlerinden Abdullah Yaşar Erdoğan’ın kaleminden mısralara infak ibadetinin geniş mahiyeti ve bütün güzelliği işte şöyle dökülmüş:


İNFAK

İnfak! ...
Kur’ân; üçüncü olarak infakı sayar,
Bir ve de iki de, iman ve namaz var,
Cenab-ı Allah, insanı mal ile sınar,
Allah için vermenin de adıdır İNFAK...

İnfak! ...
İnsanlar, mal ve canlarıyla sınanırmış,
Mal sınavını geçemeyen sınıfta kalmış,
Can sınavına da hak kazanamazmış,
Mal sınavını vermenin adıdır İNFAK...

İnfak! ...
Farz olanı zekât, nafilesi tasadduk,
Allah için verince gelmek mutluluk,
Varlıkta vermeyenler, nasıl bilsin yokluk?
Kırkta bir olsa da verme adıdır İNFAK...

İnfak! ...
İnsan, sahibi olduğundan verebilir,
Sahipken vermezsen, o mal senin değildir,
Elindeki ola mal senin sahibindir,
Allah yolunda harcama adıdır İNFAK...

İnfak! ...
Kırkta biri vermekte yeter denmiş,
Sahabe; “Zekatü’l-Bahil: Cimri zekât” dermiş,
Asr-ı Saadet’te beşte bir verilirmiş,
İki de bir vermenin de adıdır İNFAK...

İnfak! ...
Verince, azalacak sanıp yanılmayın,
Verilenler Allah içindir unutmayın,
Cenab-ı Hakk, bire on verecek inanın,
İman ve namazdan sonra gelendir İNFAK...

İnfak! ..
Vahiy, Allah için vermeyi öğretmekte,
Hz. Peygamber’le bizlere öğüt vermekte,
Kişi malına Allah’ı ortak etmekte,
Allah yoluna harcama adıdır İNFAK...

İnfak! ...
Ortağı Hakk olanın sırtı yere gelmez,
O’nun vereceğini de, hiçbir kul vermez,
Bolluk ve darlıkta seni asla terk etmez,
Allah için çalışmanın adıdır İNFAK...

Allah adına vermek, insana yakışır,
Hem dünya, hem ahiret, insanla barışır,
Var iken vermeyen, şeytanla arkadaştır,
İyilik-ihsana yeter olmaz yiğidim....

Vermek güzel olmasaydı, ashap vermezdi,
Onlar ki; malının tamamını verendi,
Allah yolunda, bundan dolayı yükseldi,
Asalet, insanın meyvesidir yiğidim...

Biriktirip harcamamak, şeytandan gelir,
Melun şeytan, cimri olmaya özendirir,
Cenab-ı Hakk, Kur’ân’da infakı bildirir,
Allah veren kulunu çok sever yiğidim...

(Abdullah Yaşar ERDOĞAN)







Sinem KARAKOCA

8 Kasım 2014 Cumartesi

KELEBEĞİN ÖMRÜ

KELEBEĞİN ÖMRÜ
Hiç düşündünüz mü insanın kelebeğe ne kadar da çok benzediğini? Allah’ın sıfatlarını bütün yaradılışımızda taşıyoruz. Peki bir tek insanoğlu mu taşır Allah’ın sıfatlarını? Hayır; bütün yaratılmışlıkta yüce Yaradan’ın bütün sıfatlarını görürüz aslında. Ben insanın dünyevi halini kelebeğin kelebek olmadan önceki haline benzetirim; yani tırtıla. Kendi kozamız içinde öreriz bütün yaşantımızı. Bütün ömrümüz kozamız içinde geçer. Olgunluk dönemimizde ise kozamızı yırtarız ve kelebeğe dönüşürüz.
Bir günlük ömürdür bizim bitmeyecek sandığımız devrimiz. Aslında bilmediğimiz; ömür dediğimiz yeni bir başlangıçtır. Ölüm bir son değil gerçek hayata açılan kapıdır. Ama ne yazıktır ki korkar insanoğlu o kapıdan geçmeğe. Hatırlamak istemez adını bile. Oysaki ne mümkündür hatırlamayarak bu muhteşem gerçekliği değiştirmek. Çoğu zaman duyarız birçok insanın ‘’ ölümü düşünerek normal bir hayat yaşanamaz’’ diyerek bu gerçeklikten kaçış ifadelerini. Böyle düşünenler kendilerini o yalancı kozalarının içine hapsetmişlerdir. Yırtamazlar bir türlü kozalarını ve kelebek olup günün sonunda kavuşmak istemezler kurtuluşlarına. Hep kendilerinden uzak zannederler ölümü. Oysaki gerçek yakın olandır. Ve yakın olan illa hâki gelecektir.
Bir rüyadır ömür. O rüyayı görür ve uyanırız.
‘’ Geldi geçti ömrüm benim şol yel esip geçmiş gibi
Hele bana şöyle gele şol göz açıp yummuş gibi ‘’
Yunus Emre
Ne güzel söylemiş Yunus Emre. Bir rüya süresi kadardır ömrü insanın. Ve illa hâki uyanacaktır insanoğlu o rüyadan. Bu gerçeği bile bile ne diye boşa harcarız ömrümüzü? Ömrünü boşa harcayanlar uyanmak istemezler işte bu rüyadan. Ve hesap gününde boşa harcanmış ömrün bakiyesinden korkarlar. O vakit yapmamız gereken, o yaklaşan uyanışa hazırlanmaktır.
‘’ Yaklaştı insanlara hesapları!
Ve onlar hala gaflet içinde yüz çevirip durmaktalar. ‘’
21 Enbiya Suresi Ayet 1
Nasıl hazırlanmalı bu uyanışa? Önce korkuyu yenip Yaradan’a yaklaşmalı. Tevekkül ile O’na bağlanmalı insan. Hayrın da şerrin de hikmetlerle dolu olarak Yaradan ‘dan geldiğini bilirsek tevekkül ile bakabiliriz her şeye, her yaşanmışlığa. Gözlerimizle sadece bakmak için değil, görmek ve gördüğünü anlamak için bakmalıyız. Sadece gözlerimizle değil, kalbimizle de görmeli ve anlamalıyız. Gördüklerimizle şükretmeli, anladıklarımızla tevekkül ve hissettiklerimizle de iman etmeliyiz.
‘’ Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsusdur. Bütün işler O’a döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et, O’na tevekkül et. ‘’
Hûd Suresi, Ayet 123
Mevlâ görelim neyler,
Hak işleri hayreyler,
Zannetme ki gayreyler,
Ârif ânı seyreyler,
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…
Erzurumlu İbrahim Hakkı
Dünyevî sıkıntı ve belâdan sonra o kişinin gönlünde Allah’ın  (C.C) tecelli ettiğini bilirsek isyan etmeyiz. Yaşanılan sıkıntının sebeplerini düşünürken içinde kaybolmak yerine, yapanın da yaptıranın da Yaradan olduğunu hatırlarsak, o vakit sıkıntıya baktığımızda belâ değil birçok hikmet görmeye başlarız. Gördükçe daha yaklaşırız Yaradan’a; yaklaştıkça daha çok anlarız; daha çok kabarır aşkımız. Dertler sıkıntılar ufalır küçülür yok olur gider. Gözümüzün her değdiği yerde bin bir ayetini ve hikmetini görürüz Allah’ın(C.C).  Ne için yaratılmış olduğumuzu, ne mükemmel yaratıldığımızı biliriz ve Allah’ın güzel sıfatlarını kulunda tecelli ettirdiğini hissetmeye başlarız. Kalbimizdeki korkunun kara lekesi dağılmaya başlar, gönlümüz de zihnimiz de berraklaşır. Korku yerini aidiyetlik duygusu ve büyük bir özleme bırakır. Artık insanoğlu için ölüm bir son değil bir başlangıçtır. İnsan korkmayınca ölümden özüne döneceği güne yani kavuşma gününe hazırlanmaya başlar itinayla. Bilir ki yanında dantel oyalı sabun kokulu beyaz mendiller gibi tertemiz amelini götürecektir evine. Bunu anlayan insan saklanmaz artık kozasında, yırtıp çıkmak ister, kelebek olup uçmak ister Yaradan’ına…
‘’ Her canlı ölümü tadacaktır.
Biz bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz.
Sonunda bize döndürüleceksiniz. ‘’

21 Enbiya Suresi, Ayet 35


Sinem KARAKOCA

28 Ekim 2014 Salı

TEMİZ BESLENME VE SAĞLIKLI YAŞAM PROGRAMIM

Çoğu kereler ben de birçok hemcinsim gibi pazartesileri diyetlere başladım. Birçok diyet listeleri uyguladım. Diyetisyenlerle çalışmalarım, spor salonlarına gitmelerim de oldu zaman zaman.Küçük zaferlerim de oldu elbet ama bütün bunlar beni arzuladığım başarıya ulaştırmada yeterli olmadı. Üstelik ulaşmak istediğim hedefime yakınlaşmak şöyle dursun bir de baktım ki hedefimle aramda uçurumlar oluşmuş  :(  , amacımdan uzaklaşalı ise çoookk zaman olmuş :/  . Ama bütün bunlara rağmen umudumu yitirmedim. Ve yine yeniden  bütün cesaretimi toparlayıp bir kere daha yeni bir başlangıç yapmaya karar verdim. Ama bu sefer diğer girişimlerimden farklı olarak ne yapıyorsam hatta ne hissediyorsam sevabıyla günahıyla buloğumda yazmaya karar verdim.
Öncelikle hazırladığım programım için bazı çizelgeler oluşturdum:


Spor programımda bu sayfadan '''tık tık''  inceleyebileceğiniz egzersizleri uygulayacağım. Egzersizlerin oladığı günlerde ise yürüyüş ve pilates ile bu programı desteklemeyi düşünüyorum.
Yine kendi oluştırduğum kendi bünyeme uygun beslenme listemi uygulayacağım. . Örneğin dün ki yediklerim, içtiklerim ve yaptıklarım:
  • Sabah Kalktığımda: Bir gece önceden 1 brd. suya bir limon dilimi + bir çubuk tarçın koyarak beklettiğim suyu içtim.
  • Kahvaltı: Yarım saaat sonra 1 dlm. tam buğday ekmeği + 1,5 dlm beyaz peynir + bir yumurta + 4 zeytin (organik ve tuzsuz) + şekersiz çay
  • Öğlen: 1brd. laktozsuz yarım yağlı süt + 5 y.k müsli
  • Ara: 1 fincan türk kahvesi
  • Akşam: 4 adt. ızgara çinekop balığı + 1 dlm. sarı buğday ekmeği + az yağlı göbek salata.
Başlangıç için şimdilik bu kadar. Yarın ki yazımda görüşmek üzere..

3 Aralık 2013 Salı

İÇİMDEKİ BEN

KÜÇÜK CANLAR

      Seneler önce 2006' da mevcut gidişatın vahametini fark edip tercihlerimi tekrardan gözden geçirmiştim. Yapmakta olduğum şeyleri ve yapmak istediklerimi düşündüğümde bir şeylerin ters gittiğini anlamam uzun sürmedi. Bir cesaretle '' şayet yanılıyorsam kaybedeceklerim, şuan kaybediyor olduklarımın daha fazlası olamaz nasıl olsa'' düsturumla mevcut tercihlerimi, edinmek istediğim prensipler doğrultusunda oluşacak hayat felsefeme hizmet edecek şekilde değiştirdim. Ve kendime '' BEN '' olma fırsatını tanıdım. Ben, çağımız kadınının içinde bulunduğu kısır döngüyü henüz yolun başındayken fark edenlerden olduğum için oldukça şanslıydım. Bugün geçmişe dönüp baktığımda iyi ki de o cesareti göstermişim diyebiliyorum. Bugün gelmiş olduğum noktada sahip olduklarım ve Allah (C.C) izin verir de ömrüm olursa gelecekte sahip olacaklarım, geçmişte gösterdiğim o cesaretin ve kararlılığın neticeleridir. Bu cesareti gösterememiş veya henüz içinde bulunduğu kısır döngüyü fark edememiş küçük canların serzenişlerini, belki biraz isyan belki de feryatlarını Feray ULAK  duymuş-hissetmiş olacak ki, kaleminden şu anlamlı satırlar dökülmüş.... (Sinem K.)

ÖYLE BÖYLE DEĞİL ÇOK YORGUNUM
Yorgunum çok yorgunum… Öyle böyle değil çok yorgunum. Sadece bedenim değil, aklım, fikrim, yüreğim, ruhum yorgun. Bir beden dolaşıyor ortalıkta ben diye. Benim dışımda herkes onu görüyor, bir ben göremiyorum.

Eskiden ihmal ettiğim arkadaşlarımın sitemlerine, Yunus Emre’nin o çok bilinen dizelerini değiştirerek verdiğim cevabın aslını yaşıyorum.

Beni bende demen
Ben bende değilem
Bir var bende
Ben de bilmiyorum o nerde *

O zamanlar şaka olsun diye kahkahalar eşliğinde savurduğum bu dizeler şimdi artık şakam değil, acı gerçeğim.

Dağıldım, her bir parçam bir yana savrulmuş, toplanmayı bekliyor. Benimse içimden toplamak gelmiyor.

Artık böyle dağınık, darmadağınık kalmak istiyorum. Kendime olmayan hayrımı herkes görsün ve benden hayır beklemesin diliyorum.

Bunun adı ne? Daha yaşım ne, yaşamışlığım ne? Kırk üç oldum diye bu kadar yorulmak niye? Felaketler mi atlattım, aile dramları mı yaşadım, aç mı kaldım, muhtaç mı oldum?

Hiçbiri gelmedi başıma.

Ama ben çok yorgunum. Öyle böyle değil çok yorgunum.

Sadece ben miyim yorgun olan?

Değil, yaş grubumdaki arkadaş çevremdeki her kadın yorgun.

Bir araya geldiğimizde bir bakıyoruz aynı cümleleri kurar olmuşuz. Hayat şartlarımız, işlerimiz, aile yapılarımız, yaşam öykülerimiz dağlar kadar uzakken diğerine, yorgunluk cümlelerimiz kan kardeş birbirine.

Şaşkınlıklarımız ise annelerimizin üzerine. Bizler kumdan kaleler gibi yıkılırken kırklı yıllarda; altmışlı, yetmişli yaşlara gelen annelerimiz taş gibi dimdik ayakta.

Onlar hâlâ kafa tutabilirken hayata, bizler neden teslim olduk daha yolun yarısını biraz geçmişken?

Onları var eden, bizi bitiren ne?

Onların ezbere bildiği hayatın çarpım tablosunda, bizler hangi hesabı karıştırdık? Neyi nerelerde sorumsuzca harcadık da şimdi müflis işadamları gibi karalar bağladık?

Ne, onlarla bizim aramızdaki fark?

Bilmiyorum…

Bildiğim bizlerin hayatı kredi kartıyla harcama yapar gibi haddimizi aşarak yaşadığımız. Sanki yaşadıklarımıza hiç bedel ödemeyecekmişiz gibi, sanki hesap ekstresi adresimize hiç postalanmıyacakmış gibi, aklımızdan, yüreğimizden, gücümüzden hesapsız harcadığımız.

Nasıl harcamayalım ki?

Çocuk da yaparım kariyer de diyen reklam cıngılları kadınlar için dönmüyor mu? Kadın dediğin işyerinde alımlı, bakımlı; evinde becerikli, işveli olmalı diye reçeteler sunulmuyor mu? Güzel ve zayıf olmanın arzulanmak için şart koşulduğu kadından, Türkiye’nin, dünyanın sorunları üstüne fikir yürütmesi beklenmiyor mu? (Hatta futbol üstüne konuşanlar tercih edilir dipnotu düşülmüyor mu?) Kadının mutlaka bir hobisi olmalı, ya bir saz çalmalı ya da boncuk dizmeli diye eklenmiyor mu? Yuvayı dişi kuş yapar sözüne tutumlu alışverişin sorumluluğu yüklenmiyor mu? Sanki tek başlarına yapmışlar gibi çocukların bakımı, eğitimi, kursu, problemleri, çözümleri kadınlardan sorulmuyor mu?

Bizden beklenenler çok ama çok olmasında değil sorun. Sorun bu beklenenlerin çağdaş kadının olmazsa olmazı diye sunulmasında: Haydi kadınlar siz yaparsınız, bakın hemcinsleriniz başarıyor; çocuk yapıyor, kariyer yapıyor, genç kalıyor, ödüller alıyor, mantı açıyor hatta elbisesini bile dikiyor…

Bu verilen gaza irade mi dayanır? Dayanamadık bizler de, bastık gaz pedalına sonuna kadar. Bakmadık bile arabamızın kaç beygir gücünde olduğuna, bu yükü taşıyıp taşıyamayacağına.

Çocuk da yaptık kariyer de! Dünyayı da kurtardık, Türkiye’yi de! Oturduk adamlarla çatır çatır futbol üstüne ahkâm kestik! İşyerinde bu iş benden sorulur naraları attık! Her sabah giyinip süslenirken manken pozları verdik! Bırakın yemek yapmayı ekmeği bile evde yapacak kadar becerikli olmanın hırsına kapıldık. Melek olup evde kocalarımıza sevgi anlayış sunduk, akıllı ve alımlı olup dışarıda gururla koluna girdik.

Çocuklar mı? Merak etmeyin kontrol altında, okulları, kursları ayarlandı, sorunları takipte, öğretmenleri ile görüşüldü, durumu iyi çocuğun. Hatta bütün öğretmenleri tebrik ediyor -çok iyi yetiştirilmiş oğlunuz/ kızınız- diye

Off...

Yazmak bile bunca yorarken insanı, bunları yaşamanın yorgunluğunun hesabını kim yapacak?

Bizler de yapmadık. Ta ki her birimiz bu yaşlara gelip, paramparça olup, her bir yana savrulan parçalarımızı toplamaya halimizin kalmadığını anlayana kadar.

Hesapsız harcadık gücümüzü. Bir insan, bir kadın, sadece küçücük bir can olduğumuzu unutup, dağları devirmeye kalktık.

Dışarıdan tutulan alkışlara tamah edip, iç sesimizle hırsımızı şahlandırdık: Ben başarırım, yaparım, beceririm diye.

Ben küçücük bir canım gerçeğini zayıflık addedip, o canın canını çıkardık. O candan mükemmel ev kadını, olağanüstü anne, munis ve zarif eş, başarılı çalışan, alımlı manken, entelektüel insan, sohbeti tatlı dost vb. roller yüklenmiş kadınlar yaratmaya çalıştık.

Yaptıklarımızla yetinmeyip daha fazlasını başarmalıyım naraları attık. Hırsa kapılıp ne varsa gündemde bir çağdaş kadından beklenen, düşünmeksizin üstüne atladık “ben bunu da yaparım” çığlıklarıyla. O minik canı parça parça edip alkışlara, aferinlere yem ettik çağdaş kadın olmak pahasına.

Olduk mu?
Olduk.
Başardık.
Aferin bize…

İşyerlerimizden, eşlerimizden, dostlarımızdan, çocuklarımızdan, arkadaşlarımızdan, akrabalarımızdan, bizi pohpohlayan kadın kuruluşlarından, çağdaş kadın şöyle olmalı böyle olmalı diye bize yol gösteren entel dantel yazarlardan, hepsinden önemlisi o -her işi sen başarırsın- diyen, muhteşem kadını yaratma hırsında olan egomuzdan aldığımız madalyalar(!) evlere sığmaz oldu!

Madalya ha!

Aferin (! )biz çağdaş kadınlara!
Alkış (!) kırklı yaşlarda kumdan kaleler gibi çöken, en iyisi olmalıyım budalası kadınlara!
Binlerce teşekkür(!) bizi çökerten hırslarımıza!

Oysa annelerimiz çökmedi. Kale gibi ayakta hepsi. Hâlâ kafa tutuyorlar hayata, hâlâ omuz veriyorlar okumuş yazmış, refah içinde yaşayan güya başarılı kızlarına.

Çünkü…
Onların en becerikli ev kadını ben olmalıyım hırsı yoktu,
Onların en güzel yemeği ben yaparım hırsı yoktu,
Onların eşlerine kendini ispat etme hırsı yoktu,
Onların kitap okuyarak çocuk yetiştirme hırsı yoktu,
Onların kendini çevreye kanıtlama hırsı yoktu,
Onların kraliçe muamelesi görme hırsı yoktu,
Onların futboldan söz edebilme hırsı yoktu,
Onların entelektüel olma hırsı yoktu,
Onların dünya sorunlarını bilme hırsı yoktu,
Onların alımlı kadın olma hırsı yoktu,
Onların başarılı iş kadını olma hırsı yoktu,
Onların güzel cümleler kurma hırsı yoktu.

Bunları yapmaz mıydı annelerimiz? Yaparlardı, hem de çok güzel yaparlardı. Her konuda söz söyler, her işe el atarlardı. Ama hırsa kapılmadan, en iyi ben olmalıyım derdine düşmeden, çağdaş kadın kandırmacasına prim vermeden, kendilerini parçalamadan, en doğal halleriyle yaparlardı.

Ne kadar başarırlarsa o kadarını kabul eder hatta bir cümle savururlardı bizim takılmalarımıza karşı: “Babamın adı hıdır, elimden gelen budur.”

Ben çok yorgunum… Çok yorgunum öyle böyle değil, çok yorgunum. Aklım, fikrim, yüreğim bedenim yorgun…

Darmadağınığım.

Her bir parçam bir yerlerde sürünüyor.

Ama benim toplamaya gücüm yok.

Çok yorgunum, öyle böyle değil, çok yorgunum.

FERAY ULAK

kaynak: http://www.anafilya.org/